DOĞRU STATÜ EĞİTİM KURUMLARI
MEDYA VE ŞİDDET
23 Ağustos 2019
“Şiddet kullanımı, tüm eylemler gibi, dünyayı değiştirir, ama bu değişimin en muhtemel sonucu daha şedit bir dünyadır.” Hannah Arendt
Medya eliyle şiddetin kamusal alanda ve özel ananda meşrulaştırılması hadisesi, dünyanın küresel köye[1] dönmesiyle ilişkilidir. Bu durum; çeşitli televizyon kanalları ve renkli gazeteleri ile medyanın özel mekanlarımızı istilasıyla başlayıp, düşünce ve değerlerimizi altüst eden bir medya şokunun dalga dalga yaşamımızın her alanına yayılmasına neden oluyor.
İnsanları derinden etkileyen iki büyük savaşın ardından, dünyanın iletişim teknolojileri nedeniyle küresel bir köy olduğu görüşü 1960’larda Marshall Mcluhan tarafından atıldı. McLuhan’ın ortaya attığı bu kuram 1980’lere kadar marjinal kaldı .Küreselleşme ile birlikte yeni dünya enformasyon ve iletişim düzeni veya yeni dünya iletişim ve ekonomik düzeni fikri kendi içinde dönüşüme uğratılarak, insanlar arasında süregelen iletişim hizmet olarak ele alınmaya başlandı. Hizmetler olarak da kültür endüstrilerinin ürünleri olan eğlence endüstrisi; Team Parklar, Walt Disney, Elektonik Oyun Salonları, ya da müzikli ve televizyonlu oyun salonlarının sermaye eli ile servis edilmeye başladığını görmekteyiz.
Dünya’nın En Büyük Göçü Küresel Köy’e Göç Ediyoruz isimli çalışmada, Mc Luhan “Telgrafın icadıyla insanlar elektronik çağa adım atmışlar ve teknoloji sayesinde iletişimle insanların yeniden dokunma ve duyma duyuları ön plana çıkmıştı. Matbaanın bulunmasıyla beraber kitap taşınabilir bir hale gelmiş, herkes kitap sahibi olabilmeye başlamış, tek başına okuma kültürü gelişmişti. Geleneksel toplum yapısında, el yazması kitapların toplu halde okunması bireyleri bir arada tutuyor iken kitapların taşınabilir ve çoğaltılabilir olması bireyselliği ön plana çıkarmıştır. İnsanlar birbirlerinden kopmuş ve birbirleri arasındaki iletişim zayıflamıştır.” [2]
Bizleri sarmalayan bu durumun iletişim kuramlarında bir diğer karşılığı da suskunluk sarmalıdır. Bu kurama göre; İnsanlar çoğunluk tarafından hangi fikirlerin tutulduğunu ya da kuvvet kazandığını, hangi fikirlerin azınlıkta olduğunu ve gerilediğini görmek için çevreyi gözlemlerler. Egemen kamuoyunu bilirler .Toplumdaki çoğunluk tarafından benimsenmeyen tutumlar, inanç ve fikirleri tutmadan kaçınarak tecrit olmadan kaçınmaya çalışırlar. [3]
Suskunluk Sarmalı Teorisini geliştirmede Elisabeth Neumann[4] modeli dört faktörle açıklar.
Sosyal bir varlık çoğu insan doğası gereği, çevresinden dışlanmaktan korkar. Saygı görme ve popüler olma beklentisi içindedir.
Dışlanma riskini önlemek,çevresi içinde popülaritesini ve saygınlığını korumak için,insanlar çevrelerini yakından takip eder. Ne tür görüş ve tarzların yeni ve popüler olduğunu sürekli anlamaya çalışırlar. Kişiler topluma uygun bir şekilde kendilerini ifade etmeye ve davranmaya çalışırlar.
Görüşler ve davranışların iki grup halinde durağan olduğu ve değişime açık olduğu alanlar şeklinde bir ayrım yapılabilir. Görüşlerin görece keskin ve durağan olduğu alanlarda, kişinin bu geleneğe uygun sözler söyleyip topluma uyumlu bir profil çizmesi ya da bu geleneğe karşı beyanlarda bulunuyorsa “dışlanma” riskini göze almış olması gerekmektedir. Görüşlerin değişime açık ya da tartışmalı olduğu alanlarda ise kişi, toplum tarafından dışlanma korkusu olmadan ifade edebileceği görüşleri bulmaya çalışır.
Kişiler,çevrelerini gözlemleyerek görüşlerinin toplumda yaygınlaşmaya başladığını fark ederse, artık toplum içinde kendilerine güvenerek,korkmadan konuşmaya başlarlar. Tam tersi durumda ise, kişiler görüşlerinin toplumda geri plana düşmeye başladığını fark ettikleri anda içlerine kapanarak konuşmaya başlarlar.
Suskunluk sarmalını açıklayan dört faktör doğrudan mercek altına alındığında, İnsan Hakları Beyannamesi’nin 19.maddesinde belirtilen ifade özgürlüğü hakkı “Herkesin düşünce ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır.
Bu hak düşüncelerinden dolayı rahatsız edilmemek ,ülke sınırları söz konusu İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi olmaksızın,bilgi ve düşünceleri her yoldan araştırmak,elde etmek ve yaymak hakkını gerekli kılar “suskunluk sarmalı teorisinin egemen olduğu sistemde bu madde kendisine pek de yaşam alanı bulamamaktadır. [5]
Chomsky, Gösteri toplumu gerçekleşti mi sorusunu sorarken aşağıdaki ifadelere yer verir:” Zavallı bir kuşun petrole bulanmış, çaresiz görüntüsü karşısında dehşete kapılıp lanetler yağdıracak kadar hassas olduğumuz günlerde, nasıl oldu da çoğu kadın ve çocuk yüzbine yakın insanın gökyüzünden yağan bombalar altında ölümünü, odalarımızdan havaii fişek gösterileri seyreder gibi izledik? ne oldu da, ölüm gibi son derece hayata dair sahici bir olgu “medya şölenine” ” gündelik hayatın bir parçası olan savaş oyunlarına ” dönüştü ? Ne oldu da biz ölümü tepkisiz,şaşkın belki de biraz zevkle izler hale geldik?
Seda Peker
Eğitim Koordinatörü
[1] Küresel Köy kavramını ilk ortaya atan kişi Marshall McLuhan’dır. Kitle iletişimi üzerine yaptığı çalışmalarla adını duyuran Mc Luhan aynı zamanda “iletişim kuramcısı” olarak ta bilinir. İletişim teknolojilerinin ve internetin insan toplululuklarının yaşamlarını değiştireceğini öne sürmüştür. Küresel bir köyde yaşıyoruz ve sayımız durmadan artıyor.Aslında insanlar gazete okumuyorlar. Her sabah sıcak bir banyoya dalar gibi onların peşine dalıyorlar.Büyük düşünmenin en hoş yanlarından biri küçük düşünme lüksüne sahip olmaktır. Araç mesajdır. Teknolojiler yalnızca insanların kullandığı icatlar değildir, İnsanları yeniden icat eden araçlardır.
[2] Dünya’nın En Büyük Göçü: Küresel Köy’e (Global Village) Göç Ediyoruz! medium.com/ Durmaz CAN
[3] Neumann’ın Suskunluk Sarmalı Kuramına göre kitle iletişim araçlarının kimi grupları susturabilmesi,kimi gruplara konuşma cesareti verebilmesi gibi önemli bir rolü vardır. Kuram insanların azınlık duruma düştüklerinde fikirlerini,tercihlerini, beklentilerini ifade etmelerinde sessiz kalmak zorunda hissedişlerinin nedenlerini ve bunların kitle iletişimi ile olan ilgisini açıklamaya çalışır.
[4] Neumann, 1916 yılında Berlin’de dünyaya geldi. Nazi Partisi’ne üye olan ve önemli bir görev alan eşi Erich Peter Neumann ile Almanya’nın ilk kamuoyu araştırma kuruluşunu kurdu Mearsheimer’in makalesine göre Neumannnasyonal sosyalist örgütlere üye olarak Nazi yanlısı ve Anti-Semitik olmakla eleştirilmektedir: “Neumann, Nazilere 1940’dan önce bir düşmanlığı olmadığını kabul etti. 1940’dan sonra anti-Nazi oldu, ancak o bu yıldan sonra Nazileri eleştirdiğine dair hiçbir delil üretmedi. 1938-41 yılları arasında anti-Semitik sözler yazdı ve bu sözleri yazmasında hiçbir zorunluluk yoktu. Anti Semitik cümleleriyle ilgili olarak sorulan bir soruya hayatım boyunca doğru olduğuna inanmadığım hiçbir şeyi yazmadım” dedi.” 1937 yılında ABD’de Missouri Üniversitesi’nde iki yıl kamuoyu konusunda doktora yapmaya giden Neumann, 1939 yılında Almanya’ya dönerek tezini burada tamamladı.Dolayısıyla Profesör Neumann, Nazi döneminde Amerika’da çalışmalarda bulunmuş akademisyenlerden biridir. Neumann, 1940 yılında, haftalık Nazi haber dergisi DasReich’de yazmaya başladı. Neumann’ın burada 8 Haziran 1941 tarihinde Yahudi lobisinin Amerikan medyasını yönettiğini iddia ettiği,“Amerika’yı Kim Bilgilendiriyor?” isimli makalesini yayınlandı. Burada Yahudilerin medyada yazdıklarını, medyaya sahip olduklarını, reklam ajanslarını tekellerine alıp dolayısıyla reklam gelirlerini istedikleri gibi kullandıklarını yazdı. Noelle-Neumann, 1942 yılında Frankfurter All gemeine Zeitung gazetesine geçti, bu gazete 1943 yılında yasaklanıncaya kadar orada çalıştı. Bu yıllar Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı’nda yenilmeye başladığı yıllardır. Hristiyan Demokrat Partisi’ne bağlı politikacı kocası Erich Peter Neumann’la birlikte 1947’te, Almanya’nın bugün de bilinen ve en prestijli kamuoyu araştırma kuruluşunu, Allensbach Institütfür Demoskopie kurdu. Burası Almanya’nın ilk kamuoyu şirketidir 1946-1998 yılları arasında üç Alman şansölyesine danışmanlık yaptı.
[5] İkinci dünya savaşından sonra insan hakları, politik bir dil olarak, tüm dünyada üzerinde hassasiyetle durulan en önemli konulardan birisi haline gelmiştir İnsan mutluluğunu ve yaşam doyumunu etkileyen faktörlere ilişkin yapılan pek çok çalışmada insan haklarına ve politik özgürlüğe önem veren ülkelerde yaşamsal doyumun da oldukça yüksek olduğu belirtilmektedir. Bunun en önemli sebeplerinden birisi olarak insanların kendilerini haksızlığa uğramayacakları konusunda daha güvende hissetmeleri gösterilmektedir.